pendik gökkuşağı

Sendromlar Ve Kromozomal Bozukluklar

DOWN SENDROMU

Down sendromu, genetik bir farklılık, bir kromozom anomalisidir. En basit anlatımı ile sıradan bir insan vücudunda bulunan kromozom sayısı 46 iken Down sendromlu bireylerde bu sayı üç adet 21. kromozom olması nedeniyle 47 olmaktadır. Down Sendromu tedavi edilmesi gereken bir hastalık değil, genetik bir farklılıktır. Hücre bölünmesi sırasında yanlış bölünme sonucu 21. kromozom çiftinde fazladan bir kromozom yer alması ile meydana gelir. Down sendromuna sebep olduğu bilinen tek etmen hamilelik yaşıdır, 35 yaşüstü hamileliklerde risk artar. Ancak genel olarak genç kadınlar daha fazla bebek sahibi olduğundan Down sendromlu çocukların %75-80'i genç annelerin bebekleridir. Ülke, milliyet, sosyo-ekonomik statü farkı yoktur. Ortalama her 800 doğumda bir görülür. Tüm dünyada 6 milyon civarında Down sendromlu birey yaşamaktadır. Türkiye'de tam bir veri yok ama yaklaşık 70.000 Down sendromlu kişi olduğu tahmin ediliyor. Hafif veya orta seviye zihinsel ve fiziksel gelişim geriliğine sebep olur.

47 KROMOZOM NASIL OLUR?

İnsan vücudunu oluşturan kromozomların 23 tanesi anneden, 23 tanesi ise babadan gelmektedir. Down sendromunda  21. kromozom 2 değil 3 adet olmaktadır (Bu sebepten dolayı Down sendromu Trisomy 21 diye de bilinmektedir). Bunun sonucu olarak toplam kromozom sayısı 46 değil 47 olmaktadır.

 

DEĞİŞİK TİPLERİ VAR MI?

3 tip Down sendromu vardır.

  1. 1-Trisomy 21:Down sendromlu nüfusunun %90-%95'ini oluşturan standart tiptir. Bu tipte fazladan bir adet 21.kromozom yumurta veya sperm hücresinden gelmekte veya döllenmenin daha ilk aşamalarındaki bir noktada yanlış bölünme nedeniyle (yani kromozomlar bölünürken birbirine yapışık kalması ve bu yapışıklığın bir taraftan 2 diğer taraftan da 1 kromozom gelmesine yol açması nedeniyle) yeni hücreler 3'er adet kromozom ile toplam 47 kromozom olarak oluşurlar.

    2-Translokasyon: Down sendromlu nüfusunun %3-%5'ini oluşturan tiptir. Bu tipte 21.kromozomun bir parçası koparak başka bir kromozoma (örn. 14.kromozom gibi) yapışmaktadır. Birey adet olarak 46 kromozoma sahiptir ama genetik bilgi olarak 47 kromozom bilgisi vardır. Burada da 21.kromozom 3 adet olduğundan birey standart tipteki aynı özellikleri gösterir. Down sendromunun diğer tipleri kalıtımsal değildir. Yalnız translokasyon tipte ebeveynlerden bir tanesinin taşıyıcı olması durumunda Down sendromu kalıtımsal olmaktadır. Bu oran %33'dür. Eğer taşıyıcı anne ise translokasyon Down sendromlu çocuk doğurma olasılığı %20, taşıyıcı baba ise %5-%2 arasındadır. Translokasyon tipte ileriki doğumlardaki risklerin bilinmesi açısından genetik danışmanlık daha önemli olmaktadır.

    3- Mozaik: Down sendromlu nüfusunun %2-%5'ini oluşturan tiptir: Bu tipte bazı hücreler 46 kromozom taşırken bazıları 47 kromozom taşımaktadır. Yanlış bölünme döllenmenin ileri aşamalarında gerçekleştiğinde bir hat 46 kromozom diğer hat ise 47 kromozom olarak devam eder ve mozaik bir yapı oluşturur.

 

ÖZELLİKLER NELERDİR?

Down sendromlularda görülen bazı fiziksel özellikler çekik küçük gözler, basık burun, kısa parmaklar, kıvrık serçe parmak, kalın ense, avuç içindeki tek çizgi, ayak baş parmağının diğer parmaklardan daha açık olmasıdır. Bu özelliklerin hepsi veya birkaçı görülebilir.

Down sendromlu bebekler istisnalar olmakla beraber yaşıtlarından daha yavaş büyürler. Zihinsel gelişimleri geriden gelmektedir. Bu gerilik yaş büyüdükçe daha belirgin olarak gözükmekte, ancak uygun eğitim programları ile Down sendromlu çocuklar pek çok başarıya imza atmakta ve toplum hayatı içinde anlamlı hayatlar kurabilmektedirler. Burada düzenli ve disiplinli bir eğitim programı ve bol tekrar en önemli faktördür.

Down sendromlu bireyler genel olarak yaşıtlarından daha kısa boylu olurlar ve metabolizmalarının yavaş çalışması nedeni ile doğru beslenme alışkanlığı edinmezlerse ileri yaşlarda kilo problemi yaşayabilirler.

Farklı derecelerde olmak üzere kas gevşekliği (Hipotoni) nedeni ile fizyoterapi desteğine ihtiyaç duyarlar. Bebeğiniz doğar doğmaz biz fizyoterapist ile görüşerek bilgi almanız ve ileriye dönük bir destek programı hazırlamız çok önemlidir. Hipotoninin az veya fazla olmasına göre bazı bebekler uzun süre başlarını bile tutmakta zorlanabilirler ancak fizyoterapi desteği ile gelişim basamaklarını kendi hızlarında tamamlar.

Down sendromlu bireyler bazı rahatsızlıklara daha yatkın olabilmektedirler. Bu yüzden sağlık kontrollerinin aksatılmadan ve zamanında yapılması, doğru sağlık danışmanlığının alınması hayati önem taşımaktadır.


ZİHİNSEL GERİLİĞİN DERECELERİ VAR MIDIR?

Her çocuk gibi Down sendromlu çocuklar da farklı zeka seviyesine, yetenek ve kişiliğe sahiptirler. Burada kilit nokta çocuğunuzun kapasitesini maksimum düzeyde kullanabilmesi için zamanında ve doğru desteği alabilmesidir. Erken eğitim programları, fizyoterapi, dil terapisi, alternatif terapiler, oyun grupları gibi seçenekler aileler tarafından iyice değerlendirilmeli ve doğru kaynaklara ulaşılarak karar verilmelidir.

 

ÇOCUĞUM İLERDE NELER YAPABİLİR?

Eskiden okuyamaz bile denilen bu bireyler artık lise, hatta üniversite bitirebilmekte, ikinci bir dil öğrenebilmekte, çalışabilmekte, bağımsız veya yarı bağımsız hayatlar sürebilmektedirler. Bu yüzden hayallerimize sınır koymamalıyız. Bir yandan hayallerimiz sınırsız da olsa çocuğumuzu doğru değerlendirerek ayakları yere basan, gerçekçi gelecek planları yapmanın onun mutluluğunun anahtarı olduğunu da unutmamalıyız.

 

 

TRİZOMİ 18 (EDWARDS SENDROMU)

Trizomi 18 yaklaşık 6000 canlı doğumda bir görülen bir anomalidir. Doğan bebeklerin çoğunun ilk bakışta en dikkati çeken özellikleri normal doğum kilolarından belirgin bir şekilde daha düşük kilolu olmaları, mikrosefali (kafanın ufak olması), mikrognati (çenenin ufak olması), kulaklarda yapısal anomaliler ve kulakların normalden daha aşağı konumda yer almaları gibi özelliklerdir.

Yapılan ayrıntılı incelemelerde bu bebeklerin %90'ından fazlasında kalp anomalileri (en sık VSD) ve yine önemli bir kısmında böbrek ve sindirim sistemi anomalileri bulunduğu saptanır. Yine kriptorşidi (inmemiş testis), sendromu taşıyan erkek bebeklerde sıklıkla gözlenen diğer bir durumdur.

Trizomi 18 oldukça ağır bir anomali türüdür ve ne yazık ki bebeklerin %30'u doğumdan sonraki ilk ayda, %90'ı ilk yılda çeşitli nedenlerle (kalp yetmezliği gibi) kaybedilir. Hayati anomaliler için yapılan başarılı operasyonlarla (kalp ameliyatı, sindirim sistemi ameliyatları gibi) yaşam süresini belli bir süre uzatmak mümkün olabilmekte, ancak zeka ve motor gelişme geriliği için etkin bir tedavi yapılamamaktadır.

Doğum öncesi tanı mümkün müdür?

Trizomi 18'in kesin tanısı yine Down sendromunda olduğu gibi amniyosentez, krodosentez, ya da koryon villüs biyopsisi ile elde edilen fetusa ait hücrelere yapılan sitogenetik inceleme ile konur. Çıkarılan kromozom haritasında 18 numaralı kromozom materyalinin üç kez görülmesiyle tanı kesinleşir.

Doğum öncesinde trizomi 18'den şüphelenilmesini sağlayan çeşitli bulgular arasında en önemlileri bebeğin gebeliğin erken dönemlerinden itibaren belirgin bir şekilde gelişme geriliği göstermesi ve beraberinde polihidramnios (amniyos sıvısının fazla olması) görülmesidir. Bu bulgular çoğu trizomi 18 bebeğinde vardır ve sitogenetik analiz yapılması gerektiğinin bir işareti olarak kabul edilirler. Diğer bulgular arasında omfalosel (bebeğin barsaklarının karın duvarındaki bir açıklıktan dışarı "dökülmesi"), el ve ayak anomalileri (elde tipik görüntü: yumruk sıkılmış, işaret parmağı bükülmüş; ayakta clubfoot adı verilen şekil bozukluğu), hidrops (kalp yetmezliğine bağlı olarak bebeğin tüm vücudunun şişmesi) sayılabilir. Rutin ultrasonografide koryoid pleksus kisti saptanması trizomi 18 düşündürebilecek diğer bir durum olmasına karşın, bu bulgu dışında bir patoloji saptanmadığında amniyosentez gerekmeyebilir.

Doğum öncesi tanısı konmamış Trizomi 18'in yarattığı önemli bir problem, bu bebeklerin gelişme geriliği ve diğer nedenlerle çok kolay bir şekilde fetal distrese girebilmeleri ve bu nedenle acil şartlarda bebeği yeterli inceleme imkanı olmadan sezeryana alınmalarıdır. Bu durumlarda bebek sıklıkla kısa bir süre sonra kaybedildiğinden anne adayı acil ve "apar topar" yapılan bir ameliyatın risklerine maruz kalmaktadır.

Trizomi 18 risk tahmini son zamanlarda üçlü test raporlarında da yer almakla birlikte üçlü testin şu an için bu sendromu taramada o kadar da etkili olmadığını söylemek gerekir.

 

TRİZOMİ 13 (PATAU SENDROMU)

Trizomi 13 yaklaşık 5000 canlıdoğumda bir görülen bir anomali türüdür. Bu bebeklerde en belirgin anomaliler beyine ve yüze ait olanlardır. Diğer tüm trizomilerde olduğu gibi Trizomi 13'de de kalp, sindirim sistemi ve diğer sistemlere ait anomaliler daha yüksek oranda bulunur. Tüm trizomilerde olduğu gibi kriptorşidi (inmemiş testis) daha sık gözlenir. Mental retardasyon

 (zeka geriliği) sık gözlenir. Polidaktili %50 bebekte gözlenir (parmak sayısının fazla olması).

Tüm olgular olmasa bile olguların önemli bir kısmında ultrasonda görülen anomaliler Trizomi 13 düşündürerek sitogenetik analiz için (amniyosentez gibi) yol gösterici olabilir. Bu açıdan en önemli bulguyu beyin verir: Beyinde holoprosensefali (bu, beynin orta hat yapılarının gelişmemiş olmasıyla belirli bir anomali türüdür) bulguları iyi çözünürlüklü bir ultrasonda 12. haftadan itibaren saptanabilmektedir.

Beyinde anormalliklerle beraber kafada ve yüzde de anomali görülmesi ("orta hat" anomalileri) Trizomi 13 şüphesini daha da artırır. Bunlar arasında en önemlileri dudak-damak yarıkları, mikrognati (çenenin ufak olması), kulak anomalileridir.

Trizomi 13 oldukça ağır bir anomali türüdür ve mozaik durum (hücrelerin bir kısmının normal yapıda olması) hariç, doğan bebeklerin %95'i ilk yılda kaybedilir.

 

FRAJİL X SENDROMU

Frajil X Nedir?

Frajil x Sendromu kalıtımsal en yaygın 2. zeka gerilik sendromudur.

FMR1 geni-> Beynimizin ihtiyaç duyduğu bilgileri içerir. Frajil x Sendromu DNA replikasyonu sonucu oluşan bir hatadan FMR1 geninin mutasyonundan kaynaklanır. Frajil X sendromlu kişilerde, genin yenilenen kısmı normalden daha büyüktür. Bu genişleme çok büyük olduğunda normal genetik talimatlara müdahale eder ve Frajil X e sebep olur. Frajil X sendromlu bir kişinin X kromozomunun ucu  kırılmış ve sarkıyor gibi görünür.

Frajil X sendromu yaklaşık olarak erkeklerde 1/3600, kadınlarda ise 1/4000-6000 oranında görülür.

Erkeklerin hastalıktan etkilenme oranı kızlara göre daha ciddidir.

Frajil X Sendromu Tanısı:

Bir kişide ön mutasyon veya tam mutasyon olup olmadığını belirlemek için genetik test uygulanır. Bu test, küçük bir kan örneğiyle yapılır. Ayrıca bir bebeğin frajil X sendromundan etkilenme olasılığının bulunup bulunmadığını öğrenmek için, gebelik sırasında da test yapmak mümkündür. Bu test türüne doğum öncesi tanı (prenataldiagnosis) adı verilir.

 

Frajil X Sendromu Belirtileri 

  • Sendroma sahip erkek çocuklarda büyük testisler (macroorchidism), prognatism, kaslarda hipotoni ve otizm, karakteristik fakat değişik yüz şekilleri (büyük kulaklar, uzun yüz yapısı, yüksek kemerli damak ve malocclusion) gözlenebilir. Bu özellikler nadiren belirgindir. Bu sebeple eksik veya geç tanı konulmasına neden olabilmektedir.
  • Frajil X sendromluçocuklarda diğer görülen sorunlar arasında geç konuşma, konuşma ve dil gelişiminde bozukluk sayılabilir.
  • Bazı çocuk ve yetişkinlerde; yenileyen davranış, zayıf dikkat aralığı ve aşırı hareketlilik görülebilir.
  • Hastalıktan etkilenen bir çok çocuk, zayıf göz teması, el çırpma, sosyal kaygı, anormal utangaçlık ve ısrarla rutin isteme gibi otizm özellikleri sergiler.
  • Frajil X sendromuyaşayan erkek çocuklarının hemen hepsinde farklı derecelerde öğrenme güçlüklerine rastlanır. Kız çocuklarında ise 1/3ünde öğrenme güçlükleri görülür.
  • Zeka düzeyindeki etkilenme normal IQ düzeyi ile birlikte basit öğrenme güçlüğünden ağır kognitif bozukluğa veotizme kadar geniş bir aralıktadır. Sık rastlanan problemler gelişim basamaklarında gerilik (yürüme, konuşma, tuvalet eğitimi), dikkat eksikliği, hiperaktivite ve matematikte zorlanmadır.

 

Frajil X Sendromunda Sık Görülen Bilişsel Özellikler:

  • Dil ve konuşma problemleri, konuşmada gecikme
  • Hızlı konuşma
  • Kelime tekrarları, heceleme problemleri
  • İnce ve kaba motor hareketlerde güçlük
  • Duygusal bilgileri algılamakta ve uygun yanıt vermekte zorluk

 

  Frajil X Sendromunda Sık Görülen Davranışsal Özellikleri:

Sosyal ilişki kurabilen arkadaş canlısı bireylerin yanı sıra otistik-benzeri davranış gösteren, bazen agresif olanlar da vardır. Frajil X sendromlu kişiler duyusal uyaranlara çok hassastırlar, kalabalığa, gürültüye ya da dokunmaya tepki gösterebilirler.

 

Frajil X Sendromu Tedavisi

Çocukta frajil X sendromuna tanı koymak önemlidir, çünkü bu yolla çocuk eğitim, konuşma ve dil gelişimi, davranış gibi alanlarda uzman yardımı alabilir. Ayrıca hastalıktan etkilenen çocukların risk altında bulunan akrabaları genetik danışmanlığı (genetic counselling), taşıyıcı testi ve doğum öncesi tanı hizmetlerinden yararlanabilir.

Frajil X sendromu tedavisi; özel eğitim, konuşma ve dil terapisi, beceri kazandırma terapisi ve fizik tedaviyi içerir.
Duyumsal bütünleşme terapisi gibi uygulamalarla motor koordinasyon, eklem stabilitesi, görsel, işitsel ve dokunsal bilgilerin uygun motor yanıtlara dönüşmesi amaçlanmaktadır.
İlaçlar genelde hiperaktivite ve kısa dikkat süresinin tedavisinde kullanılmaktadır. Agresyon, anksiyete ve depresyon tedavisinde de kullanılan ilaçlar vardır. Mümkün olan en iyi eğitimi ve terapiyi sağlamak ancak gelişim basamaklarının yakın takibi ve ailelerin iyi bilgilendirilmeleri ile gerçekleşebilir.

 

TURNER SENDROMU

Turner sendromu yaklaşık 300 de bir kız çocuğunda görülen bir kromozom bozukluğudur. Adını, sendrom topluluğunu ilk kez 1938 yılında tarif eden Dr. Henry Turner dan almıştır. 1960 yılında sendromun bir kromozom bozukluğundan kaynaklandığı anlaşılmıştır.
Turner sendromu, normalde iki X kromozomu ve toplam 46 kromozomu olması gereken kız çocuğunda, X kromozlarından birinin hiç olmaması veya bir kısmının olması sonucu oluşan belirtiler topluluğudur. Turner sendromluların karyotipi 45 X0 şeklinde ifade edilir.Eksik X kromozomu nedeniyle kız çocuklarının yumurtalıklarında kadınlık hormonu üretimi olmaz. Bu nedenle bu kız çocuklarında ergenlik döneminde kadına özgü cinsiyet özellikleri gelişmez ve erişkinlik döneminde doğal yollardan gebe kalamazlar.

Boy kısalığı, doğumsal böbrek ve kalp kusurları, tansiyon yüksekliği, şişmanlık, şeker hastalığı, katarakt, tiroid hastalıkları ve eklem hastalıkları sendromun diğer belirtileri olabilir.

Turner sendromlu kişilerin zekaları genellikle normal olmakla beraber okul döneminde öğrenme sorunları olabilir.

Turner sendromunun tanısı

Şüpheli durumlarda yapılan karyotiplemede (kromozom haritasının çıkarılması) kesin tanı bir X kromozomunun tümünün veya bir parçasının eksik olduğunun gözlenmesiyle konabilir.

 

HELLER SENDROMU

Çocukluğun dezintegrif bozukluğu, Heller sendromu ve dezintegratif psikoz olarak ta bilinir. Öncesinde normal işlev gören çocuğun 3-4 yaşlarında başlayan zeka, dil ve sosyal işlevlerinde bir kaç ay içinde gelişen deteryasyondur (yıkım). Tahminen otistik bozuklukların 10 da biri sıklıkta gözlenir. Erkek/kız oranı 4-8/1 dir. Sebep bilinmiyor. Konvulzif sendromlar, tuber sklerozis ve çeşitli metabolik hastalıklarla birlikte bulunabilmektedir.

  1. Doğumdan sonraki 2 yıl içinde yaşına uygun sözel ve sözel olmayan iletişim, toplumsal ilişkiler, oyunlar ve uyumsal davranışların olması ile kendini belli eden görünüşte normal bir gelişmenin olması.
  2. Aşağıdakilerden en az iki alanda daha önce edinilmiş olan becerilerin (10 yaşından önce) klinik olarak önemli ölçüde yitirilmesi:

– Sözel anlatım ya da dili algılama

– Toplumsal beceriler ya da uyumsal davranış

– Bağırsak ya da mesane kontrolü

– Oyun

– Motor beceriler

  1. Aşağıdakilerden en az iki alanda olağan dışı bir işlevselliğin olması.

Toplumsal etkileşimde nitel bir bozulma (örneğin sözel olmayan davranışlarda bozulma, yaşıtlarıyla ilişki kuramama, toplumsal ya da duygusal karşılıklar verememe).

İletişimde nitel bozukluklar (örneğin konuşulan dilin gelişiminde gecikme olması ya da hiç gelişmemiş olması, bir söyleşiyi başlatamama ya da sürdürmede, dilin basmakalıp ve yineleyici bir biçimde kullanılması, çeşitli imgesel oyunlar oynamama).

Motor basmakalıp davranışlar ve mannerizmler de içinde olmak üzere davranış, ilgi ve etkinliklerde sınırlı, basmakalıp ve yineleyici örüntülerin olması.

 

HURLER SENDROMU

Hurler sendromu, 1:100.000 doğumda görülebilen, ağır klinik tablo gösteren bir doğumsal metabolizma hastalığıdır.

Hurler sendromu olan çocuklar doğumda normalken yaşamlarının 6-12 aylarında yüz hatlarında kabalaşma başlar. Karaciğerde, dalakta büyümeler, korneada (gözün ön tabakası) bulanıklık, dişetlerinde kabarma görülür.

Dişlerin çıkmasında gecikme ve sağırlık oluşabilir. Solunum yollarında depolanma sonucunda, geniz ve burun bölgelerinde yumuşak dokular kalınlaşır, tıkanmalara neden olur. Çocukta sürekli bir burun akıntısı, gürültülü nefes alma, uykuda apne atakları ve kalp ve akciğer yetersizliği gelişebilir.

Genellikle 2-5 yaş arasında kalp sorunları oluşur. Göbek ve kasık fıtıkları oluşur ve cerrahi müdahale gerekebilir.
Hastalarda 2-3 yaşlarından sonra büyüme yavaşlar. Kemik gelişimi gecikir. Yaşamın ilk yıllarında başlayan omurga eğriliği ilerleyici olabilir. Kafa genişler, alın bölgesi öne çıkarak kafa tasında şekil bozukluğuna sebep olur. Eklemlerde sertleşme, el bileklerinde karpal tünel sendromu, pençe eli, beyin zarının kalınlaşmasına bağlı hidrosefali, göğüs kafesinin esnekliğinde azalma olur.

Yaşamın ilk yıllarından sonra psikomotor gelişim duraklar ve giderek geriler. Eklemlerdeki sertlik ve kemik tutulumları fiziksel aktiviteyi sınırlar. Bir çok hasta tekerlikli sandalyeye bağımlı olur ve 20 yaşından önce kaybedilir. Kalp sorunları nedeniyle daha erken yaşlarda da ölüm gözlenebilir.

Hurler sendromunun tanısı lökositlerde ve deri fibroblast kültürlerinde alfa-L-iduronidaz aktivitesindeki düşüklüğün gösterilmesi ile kesinleşir.
Hastalığın gebelikte tanımı ancak koriyon villüs ve amniyon hücre kültürü örneklerinden yapılabilir.

 

COCKAYNE SENDROMU

Genellikle yeni doğan döneminde başlayan Cockayne Sendromu zaman içinde ilerleyen, görülme sıklığı düşük olan kalıtsal bir hastalıktır. Hastalığın genel belirtisi mikrosefalidir. Mikrosefalide bebeğin baş çevresi yaşıtlarına göre oldukça belirgin bir biçimde küçüktür. Fiziksel gelişme sürecinde de bu durum aynı kalır ve zihinsel gelişmeyi etkiler. Erken yaşlarda ölüm sebebi olan, otozomal çekinik geçişli Cockayne Sendromu canlı doğumlar baz alınırsa 1/100.000 sıklığında görülür. Hastalığı ilk defa 1933 yılında yazmış olduğu bir kitapta genodermatoz adıyla tanımlayan kişi İngiliz Doktor Edward Alfred Cockayne’dir, dolayısıyla hastalık Cockayne Sendromu ismiyle anılmaktadır. Hastalığın karakteristik bulguları cücelik, erken yaşlanma ve güneş ışığına karşı hassasiyet olup gittikçe ağırlaşma eğilimindedir.

Cockayne Sendromunun Sebepleri Nelerdir?

Beşinci kromozomda bulunan CSA geni ile onuncu kromozomda bulunan CSB genlerindeki (ERCC6) mutasyonlarla ilgili bir hastalık olan Cockayne Sendromunun Avrupa ülkelerindeki görülme sıklığı 1/200.000’i bulmaktadır. Hastalarda ortalama yaşam beklentisinin 20–30 yıl olduğu söylenebilir.

Cockaytne Sendromu Tipleri

Klinikte Tip I ve Tip II adıyla anılan iki esas tipi bulunan Cockayne Sendromu oldukça ağır ilerler. Tip I adlı Cockayne Sendromu gebelikte ve doğumda bulgu vermemektedir. Hastalıkla doğanlar ancak 2 yaşına geldiklerinde büyüme ve gelişme bozuklukları gibi semptomlar göstermektedir. Hastalık tablosu hızlı ilerlemekte, işitme, görme kayıpları ile merkezi ve çevresel sinir sistemini ilgilendiren bozukluklar görülmektedir. Hastalar ne yazık ki blug çağına girdiklerinde yani 10–20 yaş arasında iken hayatlarını kaybetmektedir.

Tip II Cockayne Sendromu  (diğer adı serebro okülo fasiyel sendrom, kısaca COFS ya da Pena Shokeir’dir)  ise diğer çeşidine göre nadiren görülmekte olsa da ağır ilerlemektedir. Yenidoğanlardaki büyüme gerilikleri ve katarakt çok belirgindir. Gebelik takiplerinde doğum öncesi gelişme bozukluğu saptanabilmektedir. Hastalık tablosuna eklem bozuklukları, skolyoz ve kifoz eşlik eder. Bu tipteki hastalar genellikle okul yaşlarından daha önce kaybedilir.

Bazı Cockayne hastaları normal olarak gelişmesini ve yaşamını sürdürmekte,  belirtilerin bir kısmı ileriki yıllarda ortaya çıkmaktadır.

Cockayne Sendromu Belirtileri

Sendromun yazının giriş kısmında da bahsettiğimiz karakteristik bulguları arasında olan güneşe karşı hassasiyet durumu yenidoğanın ikinci yılından sonra derinin güneş gören kısımlarında hiperpigmentasyon ve skarlaşma şeklinde seyreder. Bu belirtilerin ardından iyileşen ve soyulan eritematöz erüpsiyon oluşmaktadır. Gecikmiş psikomotor gelişim diğer tüm belirtilerden önce ortaya çıkmaktadır. Sıkça rastlanan bir başka belirti ise cinsel gelişimdeki eksiklik ve boyun kısa olmasıdır. Hastalığın bazı türlerinde kseroderma pigmentozum ve benzeri deri bozuklukları da görülebilmektedir. Hastalığın ağır formlarında hastalar genellikle 6–7 yaşlarında ölür. Bununla birlikte septomların şiddeti ve hastalığın seyri bireysel değişiklikler gösterir.

Cockayne Sendromunun Tanısı

Tanı amaçlı bazı moleküler ve genetik testler yapılmaktadır.  Beş ayrı moleküler yöntemi içeren beş çeşit genetik test mevcuttur. Bu testler şunlardır:

*UV (Ultraviole) dayanıklılık testi
*UDS (Unscheduled DNA Synthesis) testi
*RNA testi
*Doğrudan mutasyon analizi
*XP Complementation testi

Ailesinde Cockayne Sendromu olanlara ailesel DNA bankaları oluşturulması ve genetik danışmanlık hizmeti alınması önerilmektedir.

Cockayne Sendromunun Tedavisi Var Mıdır?

Cockayne Sendromlu hastaların tedavisi için henüz özel bir yöntem bulunmamaktadır. Ancak fizik tedavi gibi bazı yöntemlerle hastalık bulgularını iyileştirici destek tedavileri yapılabilmektedir. Hastaların gözleri ve derisi ultraviyole ışınlardan korunmalıdır.

MARFAN SENDROMU

Marfan Sendromu, insan vücudunda bulunan bağ dokularda bozukluklara yol açan genetik bir hastalıktır. Bağ dokular, vücudumuzda bulunan hücreleri, organları ve dokuları bir arada tutan dokulardır. Marfan Sendromu olan insanlar genelde uzun ve zayıf bir bedene sahip olmaktadır. Ayrıca sendromun görüldüğü kişilerin kolları, bacakları ve parmakları vücutlarına göre orantısız şekilde uzun olmaktadır. Bağ dokular vücudun çeşitli bölgelerinde bulunduğu için, sendrom bağ dokuların bulunduğu her yeri etkileyebilmektedir. Bu sebeple sendrom kalp, gözler, damarlar ve iskelet sistemi gibi vücudun değişik bölgelerini etkileyebilmektedir. Sendrom kalbi veya aort atardamarı gibi kritik bir damarı etkilediği takdirde ölüme sebebiyet verebilmektedir.
Marfan sendromu genetik bir hastalıktır. Vakaların %75’inde hastalık anne veya babanın genleri aracılığıyla kalıtımsal olarak gelmektedir. Kalan %25 vakada ise, genetik mutasyon sonucu sendrom ortaya çıkmaktadır. Anne veya babadan bir tanesinde Marfan sendromu olması durumunda, bu anne babadan doğacak çocukların sendroma yakalanma olasılığı %50 olmaktadır. Hastalık kadın ve erkeklerde eşit oranda görülmektedir. Marfan sendromu, adını hastalığı ilk kez 1896 yılında teşhis eden Fransız çocuk doktoru Antoine Marfan’dan almaktadır.
Marfan sendromunun belirtileri kişiden kişiye çeşitlilik gösterebilmektedir. Bazı hastalarda belirtiler oldukça hafifken, bazı hastalarda ölüme bile sebebiyet verebilecek ciddi belirtiler ortaya çıkabilmektedir. Ancak hastaların genelinde, yaş ilerledikçe hastalık daha kötü bir hal almaktadır. Hastalığın temel belirtileri şunlardır:

     Uzun ve ince bir vücut yapısı
• Vücuda göre orantısız uzunlukta kol, bacak ve parmaklar
• İleri derecede miyopluk
• Düztabanlık
• Omurgada aşırı eğim
Marfan sendromunun belirtileri, bağ dokularla ilişkili diğer hastalıklarda ortaya çıkan belirtilere benzer olduğu için hastalığın teşhisinin konulması oldukça zordur. Hastalıktan şüphelenilmesi durumunda, ilk olarak EKG çekimi ile çeşitli görme testleri yapılmaktadır. Ancak kesin teşhis için, ailede hastalığın olup olmadığına dair bilgi edinilmesi ve bazı genetik testlerin yapılması gerekmektedir.

Marfan sendromunun ne yazık ki henüz kesin bir tedavisi bulunmamaktadır. Mevcut tedaviler, hastalığın yol açtığı ve bazı durumlarda ölümcül olan tıbbi komplikasyonları önlemeye yöneliktir. Dolayısıyla, Marfan sendromu olan hastaların düzenli aralıklarla belirli tıbbi kontrolleri yaptırmaları ve bu kontroller neticesinde eğer hastalık vücudun başka bir bölgesine sıçradıysa gerekli tedavileri yaptırmaları gerekmektedir. Eskiden Marfan sendromuna yakalanan hastaların birçoğu 40 yaşına gelemeden hayatını kaybetmekteyken, günümüzde gelişen tanı mekanizmaları sayesinde, hastaların büyük kısmı çok daha uzun bir ömür sürebilmektedir. Hastalık aort damarı gibi kritik damarlarda probleme yol açması durumunda ölümcül olabilmektedir. Bu sebeple, Marfan sendromu olan kişilerde düzenli kalp-damar kontrolleri yapılmaktadır. Hastalığın damarlara sıçraması durumunda, damarlar normal insanlara göre daha kolay yırtılma eğilimi gösterdiğinden, hastalara düzenli olarak kan basıncı düşürücü ilaçlar verilmektedir. Aort damarının hastalık sebebiyle aşırı derecede genişlemesi durumunda ise, bir ameliyat gerçekleştirilerek, hastaların aort damarı sentetik bir damar ile değiştirilebilmektedir. Hastalığın gözlerde ciddi probleme yol açması durumunda da gene çeşitli ameliyatlar aracılığıyla tedavi gerçekleştirilmekte ve hastaların normal bir yaşam sürmesi sağlanabilmektedir.
Marfan sendromu 5000 kişiden birinde görülme sıklığına sahip genetik bir hastalıktır. Hastalığa ve belirtilerine dair toplumun bilgilenmesi sayesinde, sendroma yakalanmış olan ve bundan haberi olmayan kişilere teşhis konulması kolaylaşacaktır. Hastalık teşhis konulduğu ve hastaların düzenli takibinin yapıldığı durumlarda ölüme sebebiyet verebilecek komplikasyonlar önceden tespit edilip tedavi edilebilmektedir.

 

Dİ GEORGE SENDROMU

Bu sendrom, 1965 yılında İtalyan kökenli ABD’li doktor Angelo Di George tarafından bulguların daha önce bilinmeyen bir sendrom olabileceği fikrinin dünyada ilk defa öne sürmesi nedeniyle Di George olarak adlandırılmıştır.

Di George Sendromu Neden Olur?

Di George sendromu 22. kromozomun kısa kolunun olmaması nedeniyle ortaya çıkar. Bu kromozomun kısa kolunda bulunan 30-40 kadar genin eksikliği bebeklerde birçok sağlık sorunu görülmesine neden olur. Bu sendrom sıklıkla kendiliğinden ortaya çıkar, az sayıda çocukta ailesel (ırsi) olarak görülebilir. Bu sendrom dünyada yaklaşık olarak her 5000 bebeğin birinde görülür.

Di George Sendromu Belirtileri

Bu sendromda bazı bulgular hemen doğumdan sonra görülebildiği gibi bazıları da ilerleyen yaşlarda ortaya çıkabilir. Belirtiler bu sendrom yüzünden etkilenen organlara göre değişebilir. Bebeklerde özel bir yüz yapısı görülebilir; çenenin küçük ve geride olması, yüzde kulak seviyesinde düşüklük, göz kapaklarının dar olması ve gözlerin birbirinden uzak olması tipiktir. DiGeorge sendromu olan bebeklerde Pierre Robin Sendromu daha sık görülür.

Geç dönemde çıkan bulgular; böbrek hastalıkları, kalsiyum düşüklüğü, timus bezinin gelişmemesi, paratiroid bezinin az çalışması, ağır ruhsal hastalıklar, şizofreni, işitme kaybı, romatizma, kas gücünde zayıflık ve tiroid bezinin az çalışması (konjenital hipotiroidi) gibi durumlar olabilir.

Di George Sendromu Tanısı

Bu sendromun kesin tanısı için genetik test yapılması yanında, kan sayımı, kan kalsiyum değeri ve bağışıklık sistemi hücre testleri kullanılır. Vücut yapısındaki bozuklukların saptanması için ultrason, damar yapısının gözlemlenmesi (anjiografi) ve manyetik rezonans (MR) görüntüleme yöntemleri kullanılır.

DiGeorge Sendromu Tedavisi

Bu sendromun kesin tedavisi yoktur fakat etkilenmiş organlar veya vücut parçaları için değişik yöntemler ile sorunlar azaltılmaya çalışılır. Örneğin kalsiyum ve hormon bozuklukları için ilaç tedavisi yapılabilir. Bunun yanında yarık damak veya doğuştan kalp hastalıkları için cerrahi tedavi gerekli olacaktır. Bu sendromdan etkilenmiş durumda olan ileri yaştaki çocuklara ayrıca psikolojik destek verilmesi uygun olacaktır.

Waardenburg Sendromu

Waardenburg sendromu 1947 yılında hastalığı ilk kez tarif eden Hollandalı oftalmolojist Petrus Johannes Waardenburg?a atıfedılmiş genetik bir hastalıktır. Hastalığın temel bulguları işitme kaybı, dystopia canthorum (göz pınarlarının dışa kayması), her iki göz arasında renk farkı olması (bir benzetme ile Van kedisinde olduğu gibi), saç, cilt ve retinada pigmentasyon bozukluklarıdır. Ne var ki, klinik olarak Waardenburg sendromunun dört variantı olduğu bilinmektedir. Tip I (klasik) varyant Dr. Waardenburg tarafından tarif edilen original tablodur. Tip II varyant ise ensidans olarak hemen hemen klasik tiple aynı oranlarda görülen ve aynen Tip I hastalık gibi otozomal dominant geçiş gösteren ancak tabloya dystopia canthorumun eşlik etmediği olgulardır.

Tip I ve Tip II hastalığa göre daha nadir görülen üçüncü variyant Tip III Waardenburg sendromu veya bir başka deyişle Klein-Waardenburg sendromunda ise yukarıda sıralanan klasik tabloya kas-iskelet bozuklukları ve eklemlerde kontaktürler eşlik eder. Yine klasik Tip I sendroma göre daha nadir görülen Tip IV variyant veya bir başka deyişle Waardenburg-Shah sendromunda ise klasik bulguların yanısıra tabloya sindirim sistemi bozuklukları (tipik olarak Hirschsprung hastalığı) eşlik eder.
Tip I ve Tip II Waardenburg Sendromunun ABD popülasyonunda görülme ensidansı 1:42,000 olarak rapor edilmiştir. Ancak hastalığın tüm konjenital sinirsel işitme kaybı olgularının % 2- 3 ünü teşkil ettiği unutulmamalıdır. Hastalığın cinsiyet veya herhangi bir etnik grup için predileksiyonu yoktur. Hastaların yaşam beklentisi normal popülasyon ile aynı olmakla beraber hasta popülasyonda ve tanı konmuş vakaların kardeşlerinde nöral tüp defektleri (spina bifida, v.b.), Hirschsprung hastalığı, yarık damak-dudak ve ekstemitelerde kas-iskelet anomalileri görülme ensidansı normal popülasyona göre bariz oranda daha yüksektir.

Tip I Waardenburg Sendromunda hastaların eğer tümü değilsede en azından büyük çoğunluğunda ve Tip III hastaların bir kısmında hastalığın 2. (ikinci) otozomal kromozomun uzun kolunda yer alan (2q35) PAX3 genindeki mutasyonlar sonucu oluştuğu gösterilmiştir. PAX3 geni bir Paired-Domain grubu transkripsiyon faktörünü kodladığından PAX3 mutasyonlarının gercekte bir dizi alt genin fonksiyonunuda etkileyeceği unutulmamalıdır.

Bazı Tip II Waardenburg Sendromu olgularına ise 3. (üçüncü) kromozomun kısa kolunda yer alan (3p14.1-p12.3) MITF (Microphtalmia associated transcription factor) genindeki mutasyonların yol açtığı, öte yandan SOX10 genindeki mutasyonların ise Tip IV hastalıkla ilintili olduğu rapor edilmiştir. SOX10 gen ürününün PAX3 ile beraber heteromerik biçimde MITF genini regüle ettiği hatırlanırsa nasıl bu üç farklı gendeki mutasyonların Waardenburg Sendromunun faklı varyantlarına yol açtığı anlaşılabilir.

Waardenburg Sendromunda moleküler genetik tanı Tip I hastalıga yönelik olarak 2q35 bölgesine özgün ilinti testleri ve/veya doğrudan PAX3 geninin sekanslanması ile yapılmaktadır. Diğer Waardenburg Sendromu varyantları ve Waardenburg Sendromu ile ilintili diğer genlerde mutasyon taramaları akademik değer taşıyan deneysel amaçlı genetik testlerdir. Ancak tanı konmuş ailelere ileriye dönük doğrudan mutasyon analizi imkanını sağlayabileceğinden aile fertlerinden DNA bankası oluşturulması önerilebilir.   

ZELLWEGER SENDROMU

Nadir görülen ve ağır seyreden Zellweger Sendromu otozom denilen kromozomlarla ilgilidir. Doğacak çocuklara çekinik olarak aktarılan sendrom Serebro Hepato Renal Sendrom adıyla da bilinmektedir. Zellweger sendromunun yelpazesi içinde nispeten hafif seyreden neonatal adrenolökodistrofi ve refsum hastalığı gibi bazı hastalıklar da yer almaktadır. Zellweger sendromunda alyuvarların dışındaki hücrelerde ve membranlarda bulunan peroksizom organelleri azalmakta ve işlevsel bozukluklar oluşmakta, bu bozukluklar nörolojik, ürogenital, iskelet ve hepatik sistemlere yansımaktadır. Anestezi gerektiren durumlarda ciddi ve istenmeyen komplikasyonlara yol açan sendromla doğan çocuklar tipik bir yüz yapısına sahip olmaktadır.

Peroksizom Nasıl Bir Organeldir?

1954 yılında İsveçli bir öğrenci olan J.Rhodin’in tanımlamış olduğu peroksizom organeli bulundurduğu katalaz enzimi sayesinde hayvan ve bitki hücrelerinde katabolizma sonucu oluşan zehirli bazı maddeleri inaktive etmektedir. Bu inaktivasyon beynin normal gelişimini ve fonksiyonlarını koruması bakımından önemlidir. Peroksizomlar eksik olduğunda kandaki çok uzun zincirli yağ asitleri de artmakta, alyuvarlarda plazmolojenler azalmaktadır. Peroksizom organellerinin azalması ya da yokluğu foksiyonlarını yerine getirememesiyle sonuçlanmakta, bunun sonucunda da Zellweger sendromu ortaya çıkmaktadır.

Zellweger Sendromunun Sebebi Nedir?

Zellweger sendromuna sebep olan durum 12. kromozom üzerindeki gen mutasyonlarıdır. İlk tanımlaması Hans Zellweger adlı bir bilim insanı tarafından yapılan sendromda PXR1 geni mutasyona uğramış durumdadır.  Cinsiyet ayrımı olmaksızın ortaya çıkan Zellweger sendromu Japonya ve bazı ülkelerde daha yüksek oranda görülse de canlı doğumlardaki ortalama görülme sıklığı 1/100.000’dir. Lökodistrofik hastalıklar arasında en ağır olanı Zellweger sendromudur.

Zellweger Sendromunun Bulguları

Karaciğer büyümesi (hepatomegali), kandaki bakır ve demir oranlarının fazlalığı, görmeyle ilgili deformiteler Zellweger sendromunun tipik belirtileri arasındadır. Hastalarda sarılık, zekâ geriliği, böbrek kistleri,  hipotoni, kulak kepçelerindeki şekil bozukluğu, epileptik nöbetler, gastro-intestinal kanamalar, çeşitli doğumsal kalp hastalıkları,  istemsiz kasılmalar ve emme refleksiyle ilgili güçlükler de görülebilmektedir. Emme refleksiyle ilgili sıkıntılar bebeklik döneminde beslenme güçlüğüne sebep olmakta, bu hastalar solunum yoluyla ilgili enfeksiyonlara da meyilli olmaktadır.

Zellweger Sendromunun Tanısı

Zellweger sendromlu hastalar belirtilen bulgulardan başka yüz tiplerindeki anomalilerle de tanınır. Şüphelerin doğrulanması için bazı testler yapılmaktadır. En çok kullanılan laboratuvar testi çok uzun zincirli yağ asitleri yani VLCFA testidir.

Zellweger Sendromu Tedavi Edilebilir Mi?

Zellweger sendromunun  tedavisi ve belirgin bir ilacı bulunmamaktadır. Tedavi ancak destekleyici yani semptomları hafifletici türde olmaktadır. Buna rağmen hastalık ağır seyretmekte, klinik tablo belirginleştikten sonra hastalar en fazla 6 ay içinde kaybedilmektedir. Bu sendromla doğan hastalar ortalama olarak 3 aylık ömre sahiptir. Sendromun genetik temeli ve tedavi olanakları ile ilgili araştırmalar sürdürülmektedir.

© 2024 ÖZEL PENDİK GÖKKUŞAĞI ÖZEL EĞİTİM VE REHABİLİTASYON MERKEZİ | TASARIM-UYGULAMA: EKiMAJANS